Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna’yı işgale başlaması, başta Avrupa kıtasında olmak üzere küresel güvenlik ortamının yeniden değerlendirilmesine neden olduğunu ifade eden Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele Derneği (ASİMED) Başkanı Savaş Eğilmez, “II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da görülen en büyük savaşın kıtanın diğer ülkelerine yayılma ihtimali, özellikle NATO üyesi olmayan ülkelerde güvenlik kaygılarını artırdı. NATO’nun 5. maddesinin olanak sağladığı güvenlik garantisinden yararlanmak isteyen ilk ülke, Rusya ile bin 300 kilometre sınır paylaşan Finlandiya oldu. Hemen ardından İsveç de NATO’ya katılım talebini ilan ederek yaklaşık 200 yıldır takip ettiği tarafsızlık politikasını sonlandırdı” dedi.
“Türk Devleti Yüksek Sesle İtiraz Ediyor”
Türkiye’nin, 1952’den bu yana üye olduğu NATO’nun açık kapı politikasını destekleyen bir tutum izlediğini belirten Eğilmez, “Soğuk savaş sonrası dönemde 1999 ve 2004’de eski Sovyet bloku ülkelerinin ittifaka katılmasını da destekledi. Ancak NATO’nun en güçlü üyelerinden biri olan Türk Devleti, Finlandiya ve özellikle de İsveç’in taleplerine haklı gerekçeler ve yüksek bir sesle karşı çıktı. Bu iki İskandinav ülkesinin, Türkiye’nin terörle mücadelesine destek vermemesi ve hatta PKK terör örgütünün Suriye kolu olan YPG’yi doğrudan desteklemesinin yanında terör örgütü mensuplarına ev sahipliği yapması, özellikle İsveç’in açıkça terör örgütüne açıktan askeri ekipman ve mali destek sağlaması, Türkiye’nin itirazının temel sebepleridir. Her iki ülke de, 2019 yılında Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirilen ve terör örgütü YPG’yi hedef alan Barış Pınarı harekâtının ardından Türkiye’ye silah ambargosu uyguladı. Bu da Ankara açısından iki ülkenin NATO’ya katılımını sorunlu kılan en önemli problemler olarak öne çıkıyor. Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya üyelikleri ile ilgili olarak gündeme getirdiği bir başka argüman ise, daha önce NATO’dan ayrılan Yunanistan ve Fransa’nın ittifaka dönüş süreçleri oldu. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, soğuk savaş dönemi sırasında Fransa ve Yunanistan’ın, daha önce ayrıldıkları NATO’nun askeri kanadına dönme başvurularına Türkiye’nin onay vermesini büyük bir hata olarak niteledi ve bu hatanın bir daha tekrarlanmayacağını vurgulayarak, Türk Devleti’nin terör destekçisi İsveç’e karşı çok dikkatli olacağının altını çizdi. Sorunun çözümü için Türkiye, özellikle İsveç’ten kendi güvenliğini tehlikeye attığını düşündüğü davranışlardan ve siyasetten vazgeçmesini, PKK terör örgütüne askeri ve mali desteği kesmesini ve örgüt üyelerine ev sahipliği yapmaya son vermesini istiyor. Ayrıca başta İsveç olmak üzere NATO ülkelerinin Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosunun da kalkmasını talep ediyor” diye konuştu.
“Başbakanlarından Olof Palme PKK tarafından öldürüldü”
Başbakanlarının PKK tarafından öldürülmesine rağmen İsveç’in terör örgütünün yanında olduğunu kaydeden Eğilmez, “Aslında İsveç ile terör örgütü PKK arasında özellikle İsveç ve dünya kamuoyundan saklanmış ve unutturulmaya çalışılan ilginç olduğu kadar trajik bir ilişki var. PKK sevdalısı İsveç’in başbakanlarından Olof Palme 28 Şubat 1986 tarihinde eşi Lisbet Palme ile sinemadan çıktıkları esnada suikasta kurban gitti. Ne tuhaftır ki İsveç saklamaya çalışsa da eldeki deliller ve farklı kaynaklar tarafından gelen ifadeler ile istihbarat raporları bu suikastı PKK terör örgütünün işlediğini açıkça ortaya koyuyor. İsveç polisinin, PKK itirafçılarından aldığı bilgiye göre Palme’ye suikast planı, Suriye’nin başkenti Şam’da yapılan bir toplantı sırasında kararlaştırılmıştı. Terörist elebaşı Öcalan kendisine muhalif örgüt üyelerinin İsveç’te barındırılmasının yanı sıra İsveç’e sığınma ve örgütün merkezini Suriye’den bu ülkeye taşıma talebinin reddedilmesi üzerine bu suikastın talimatını vermiş ve sonrasında da bu suikast gerçekleşmişti. Bu durum terörist ele başlarından Şemdin Sakık tarafından da açık bir şekilde teyit edilmiştir. Ayrıca ifadesine PKK’nın, diğer Avrupa ülkelerinin de tepkisini çeker endişesiyle bu suikastı üstlenmediğini ve gizli tutulduğunu eklemiştir. Palme’nin öldürülmesinden tam 36 yıl sonra İsveç’in PKK ile ilişkisine bakıldığında aklımıza Stokholm Sendromu geliyor. Olof Palme suikastının arkasında olduğuna dair birçok delil bulunan PKK, İsveç devleti tarafından korunup kollanıyor. PKK’ya bağlı sivil toplum kuruluşları İsveç’te rahatça faaliyet gösteriyor, İsveç medya organları teröristlerin propagandasını yapıyor, sivil toplum örgütleri para toplayıp teröristlere finansman sağlıyorlar. İsveç devlet yetkilileri de PKK terör örgütünün Suriye kanadı PYD/YPG temsilcileriyle sıkı bir ilişki içerisinde olmaya devam ediyor. Bizzat İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde’nin PKK/YPG terör örgütü temsilcileriyle buluşma fotoğrafları basına servis ediliyor. İsveç’in PKK/YPG’ye yılda 376 milyon dolar yardımda bulunduğu ilan ediliyor. Yani İsveç 1986 yılında yaşadığı travmatik deneyimle, faillere karşı duygusal bir bağ kurmuş gibi. İsveç Başbakanı Olof Palme’nin katili olduğuna dair birçok delil ve ifade bulunan PKK terör örgütüne ülkesini açan, PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG’ye siyasi ve maddi destek veren İsveç hükümeti yeni bir Stockholm Sendromu yaşıyor gibi” şeklinde konuştu.
Eğilmez, “Sonuç olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, İsveç’in terör örgütüne verdiği destek son bulmadığı ve savunma sanayi iş birliği konusunda değişikliğe gidilmediği ve bu konularda yazılı taahhütler verilmediği sürece NATO’ya kabul edilmeyeceğini açıkça beyan etmesi son derece doğru ve tutarlı bir adımdır. Biz de dernek olarak İsveç’in tüm sivil toplum örgüleri ve basın yayın kuruluşlarına terör örgütü PKK’nın İsveç başbakanı Olof Palme’in katili olduğunu anlatan dosyaları gönderip, Türk kamuoyunun tüm olan bitenden haberdar olduğunu ve her zaman devletinin arkasında duracağını ilan etmiş durumdayız” açıklamalarında bulundu.