İklim değişikliği, ekonomik dalgalanmalar, savaş, kaynaklarının bilinçsizce kullanımı, ormansızlaşma, Covid-19’un tedarik zincirlerinin kusur ve kırılganlığını ortaya çıkarması gibi birçok sarsıcı olay dünya sisteminin tekrar tekrar ele alınması gerektiğini ortaya koyarken, mevcut bu tehditler hem insan hem de gezegen sağlığını koruyan sistemin yeniden şekillenmesi ve yeşil dönüşüme geçilmesi için arayışları arttırdı. Küresel iklim krizinin oluşturduğu olumsuz etkilerin artışını bertaraf etmek için son 2 yıldır çeşitli etkinliklerle sesini duyuran EGİAD (Ege Genç İş İnsanları Derneği) bu çerçevede dev bir zirve ile sürdürülebilir yeni sistemin kapılarını iş dünyasına açtı.
İklim değişikliği, ekonomik dalgalanmalar, savaş, kaynaklarının bilinçsizce kullanımı, ormansızlaşma, Covid-19’un tedarik zincirlerinin kusur ve kırılganlığını ortaya çıkarması gibi birçok sarsıcı olay dünya sisteminin tekrar tekrar ele alınması gerektiğini ortaya koyarken, mevcut bu tehditlerle ilgili son 2 yılda İzmir’den bir çıkış noktası yakalayan ve dikkatleri üzerine çekmeyi başaran EGİAD (Ege Genç İş İnsanları Derneği), ‘Gelecek İçin Sürdürülebilirlik’ başlığı altında tam günlük bir zirve ile iş dünyası, dijitalleşme ve toplumsal dönüşümü tüm yetkin isimlerin katılımıyla masaya yatırdı. İZQ’da gerçekleşen zirve ile tüm sektörlerden önemli paydaşlar, dönüşümü harekete geçiren stratejileri, yatırımları, inovasyonları ve işbirliklerini kürsüye taşıdı.
Farklı başlıklarda 6 panel altında düzenlenen zirvenin açılışında konuşan EGİAD Yönetim Kurulu Başkanı Alp Avni Yelkenbiçer, EGİAD’ın yönetimini üstlendikleri 16. dönemde, ana temanın ‘Dinamizm ve Sürdürülebilirlik’ olduğunu belirterek, dönemin sonuna yaklaşılan şu günlerde de çalışmalarını ‘Gelecek İçin Sürdürülebilirlik Zirvesi’ ile taçlandırmak istediklerini kaydetti. İş dünyasında dinamizm gereği süratli çalışmaya, hızlı hareket etmeye, yetinmemeye, zorlamaya, daha fazlası ve daha iyisi için uğraşmaya özen gösterdiklerini ifade eden Yelkenbiçer, “Sürdürülebilirlik temasını hepimiz önce iklim değişikliği boyutunda algılıyoruz. Çünkü, 2050 yılında İstanbul da dahil olmak üzere birçok dünya metropolünün su altında kalacağı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Yani önümüzde ölümcül bir tehdit var. Dünyamızı korumak için hep birlikte ve her gün mücadele etmeliyiz” dedi.
Sürdürülebilirliğin hayati bir kavram olduğunu; çalışanlarına, üyelerine ve paydaşlarına bir amaç sunmayan kuruluşların ayakta kalamayacağına dikkat çeken Yelkenbiçer, “Bir fabrikanın üretim yapabilmek için nasıl makinelere ihtiyacı varsa, kuruluşlarımızın da sürdürülebilir olmak için kalplerimize, yüreklerimize ihtiyacı var. Kendimizle mücadelemizi kazandığımız, karşımızdakiyle de mücadele etmeden önce bilinçli bir şekilde iş birliğini seçtiğimiz anda dönüşüm başlıyor. Ruhumuzda, aklımızda, şirketimizde, toplumumuzda ve en nihayetinde dünyadaki dönüşüm. İklim kriziyle yok olmamak için yeşil dönüşüme, büyüyen nüfusu besleyip hayatta kalabilmek, kaynaklarımızı verimli kullanabilmek için dijital dönüşüme ihtiyacımız var. Ama bunları mümkün kılacak asıl unsur toplumsal dönüşüm. İşte bu noktada da biz Türk toplumu olarak büyük bir rekabet avantajına sahibiz, çünkü daha geçen hafta 10 Kasım’dı, sevgili Atamızı ülke çapında ve milyonların saygısıyla yad ettik. Dünya tarihinin gördüğü en büyük dönüşümlerden birini biz başaralı daha 100 yıl olmadı. Ve ne mutlu ki bu dönüşüm için gerekli olan vizyon ‘kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarmak’ bize hala yön gösteriyor. Aynı zamanda misyon da cumhuriyetimizin 2. yüzyılına girerken hala güncel ve geçerli: ‘Birinci vazifen Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir” dedi.
Özgener: “Kaynaklarımızı ekonomik büyümeyi sağlamak için kullanıyoruz”
İzmir Ticaret Odası (İZTO) Yönelim Kurulu Başkanı Mahmut Özgener ise sürdürülebilirlik kavramının, ajandalarının en üst sırasında yer aldığını söyledi. Sürdürülebilirlik kavramının son 5-6 yıldır iş dünyasının gündeminde olduğunu ifade eden Özgener, “Sürdürülebilir, kalkınma olarak aslında 1980’lerin başından beri tartışılıyor ve geliştiriliyor. Bugünkü zirvemizin tanıtım materyalinde yer alan ve eski Norveç Başbakanı Brundlandt’tan alıntılandığı gibi sürdürülebilirlik; ‘Gelecek nesillerin ihtiyaçlarını tehlike altına atmadan bugünün ihtiyaçlarını karşılayabilmektir.’ Kavram, ilk tartışılmaya başlandığında, gezegenin limitlerini zorladığımız için doğru ve dengeli kaynak yönetimi olarak ortaya çıktı. Fakat çok kısa bir süre içinde sosyal ve bireysel refahı ve ülkelerin yönetim kabiliyetlerini de içeren bir çerçeve ile birlikte ‘sürdürülebilir kalkınma’ olarak kullanılmaya başlandı” dedi.
“Kaynaklarımızı ekonomik büyümeyi sağlamak için kullanıyoruz” diyen Özgener, “Fakat son 20 yılda sıklığı ve şiddeti artan ekonomik, finansal, iklimsel ve hatta sosyal krizler, dünyayı ve dünyada yaşayan bütün canlıları, ekonomik büyümeye hizmet etmek için kullanamayacağımızı gösteriyor. Tam tersi bir yapıyı kurgulamak ve yürütmek zorundayız. Yani ekonomik büyüme, gezegenimizin devamlılığına ve gezegendeki tüm canlıların hayatta kalmasına hizmet etmeli. Sürdürebilir kalkınma, ekonomik faaliyetlerimizin çevresel, sosyal ve bireysel refah üzerindeki etkisini değerlendirmeyi ve daha yaşanabilir bir gelecek oluşturmak için hedefler tasarlamamızı şart koşuyor. Bu noktada, iklim krizine karşı ortaya konulan planların güçlendirilmesi ve somut adımlar atılarak hayata geçirilmesine ilişkin müzakerelerin yapıldığı Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 27. Taraflar Konferansı da, Mısır’ın ev sahipliğinde bugünlerde devam ediyor. 1995 yılından bu yana düzenlenen Konferans, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin en üst düzey karar alma organı. Konferansın, sürdürülebilirlik politikalarına yön vermesini bekliyoruz” diye konuştu.
Sürdürülebilir kalkınmaya yıllardır vurgu yapan bir diğer organizasyon olan Birleşmiş Milletler’in, sürdürülebilir kalkınma için benimsediği birbiriyle bağlantılı 17 amaçla, tüm dünyada insanların karşı karşıya kaldığı ana sorunların çözümünü hedeflediğini dile getiren Özgener, “İnsani ve sosyal alandaki sürdürülebilirliğe geniş yer veren Birleşmiş Milletler, toplumdaki beşeri sermayeyi korumayı ve geliştirmeyi amaçlıyor. Sağlık ve eğitim sistemlerine yapılan yatırımlar, bu hizmetlere erişim, beslenme, bilgi ve beceriler, beşeri sürdürülebilirlik çatısı altındaki programları oluşturuyor. Sosyal sürdürülebilirlikte ise sosyal gelişmenin, çalışanlara, paydaşlara ve topluma karşı adil, sorumlu ve etik davranışlarla sağlanması amaçlanıyor. Sürdürülebilir kalkınma için barışçıl ve kapsayıcı toplumlar tesis etmek, herkes için adalete erişimi sağlamak ve her düzeyde etkili, hesap verebilir ve kapsayıcı kurumlar oluşturmak belki de en önemli hedef. Dünyadaki krizlerin sayısı ve frekansı artarken, kurumların güçlenmesi hem bugün hem de gelecekte doğru kararların alınmasını sağlamada en önemli avantajımız olacak. Kurumların güçlenmesine de kendi işletmelerimizden başlayabiliriz. İşletmelerimiz açısından sürdürülebilirlik; yeşil dönüşüm, çevre politikaları, beşeri sermaye ve sosyal politikalar başta olmak üzere çok yönlü bir yönetim becerisi gerektiriyor” dedi.
“Önümüzdeki dönem; tarım, enerji ve sanayide, yeşil ve dijital dönüşümü sağlayabilen ülkelerin önde olacağı çok net” şeklinde konuşan Özgener, “Bunun için nitelikli insan kaynağı ile bilim ve teknolojinin etkin şekilde kullanımını sağlamamız gerekiyor. İzmir Ticaret Odası olarak tüm üyelerimizin haklarını eşit ölçüde korumaya çalışıyoruz. Ancak 90 bini aşan üye firmamız arasında ölçek bakımından büyük farklılıklar var. Büyük ölçekli ve uluslararası sermayeye sahip firmalar, sürdürülebilirlik çalışmaları yapıyor, firmalarında ilgili departmanlarını açarak, bu alanda ciddi yatırımlar gerçekleştiriyorlar. Ancak ne yazık ki, KOBİ ölçeğindeki firmalarımızın süreci takip etmekte zorlandığını gözlemliyoruz. Özellikle KOBİ’lerimizi dünya genelinde yaşanan gelişmelerle ilgili aydınlatmak ve Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı gibi yakın zamanda karşılarına çıkacak ek tedbirler ve maliyetler hakkında farkındalık oluşturmak bu nedenle de çok önemli. Çünkü firmalarımızın yeşil dönüşümü benimsemeleri ticari hayatlarının sürdürülebilirliği açısından kaçınılmaz. Oda olarak bu süreci en başından beri takip ediyoruz. Üyelerimizin bu konuda bilinçlenmesi için birçok eğitim ve seminer düzenledik. Şu an devam etmekte olan bir projemizde ise firmaların kendi karbon ayak izlerini ölçmeleri için gereken rehberlik hizmetini sağlıyoruz. Ayrıca İzmir’in ticaret hayatının dijital dönüşümünü sağlamak hususunu temel odağımıza aldık. Oda olarak önümüzdeki dönemdeki öncelikli projelerimizden biri; dijital dönüşüm konusunda. Türkiye’de ilk defa bir oda borsa bünyesinde Dijital Dönüşüm Ofisi kuruyoruz. Dijital Dönüşüm Ofisimiz ile İzmirli firmaların dijital dönüşümlerini desteklemek, dijital olgunluk seviyelerini belirlemek, İzmir’in dijital dönüşüm profilini ortaya çıkarmak, bilgilendirici danışmanlık, eğitim ve etkinlikler düzenlemek konusunda çalışmalar yapacağız. Sunacağımız hizmetler salt farkındalık oluşturmak ile sınırlı kalmayacak, firmaları çözüm ortakları ile birebir bir araya getireceğimiz adımlarımız olacak” ifadelerini kullandı.
Şirketlerin performans değerlendirmesini sadece finansal performanslarına göre yapmanın artık yeterli olmayacağını da ifade eden Özgener, “Lojistik, pazarlama, insan kaynakları gibi üretimi veya ticareti meydana getiren tüm süreçlerin toplu bir şekilde ele alınarak değerlendirme yapılması söz konusu. Firmalarımız için kar maksimizasyonu elbette önemli ama tek başına yeterli değil. Böyle bir dönemde işletme çıkarlarının sosyal çıkarlar ile ‘kazan-kazan’ ilişkisi kurması bekleniyor. Bir diğer deyişle, artık şirketler sadece şirket ortaklarına karşı değil, tüm paydaşlarına ve topluma karşı sorumluluk taşıyorlar. Bu anlamda çevresindeki gelişmelerden haberdar olmayan, müşterilerin geri dönüşlerini karşılamaktan uzak firmaların çevresel riskleri dikkate almadan yalnızca kendi işlerine odaklanması ile yurtiçinde ve yurtdışında rekabet etmesi mümkün olmayacak. Halka açık olmasa bile şirketlerimizin şeffaf ve hesap verilebilir yönetilmesi, gelecek nesiller açısından şirketlere var olma ehliyeti verilmesinin ön şartı olacak. Sadece kendisi için üreten hiç bir şirket, kurum ya da anlayış sürdürülebilir olamayacak. Her değişim ve dönüşüm başta sancılı olsa da, ilerleyen süreçte kazanımlarının büyük olacağını öngörebiliyoruz. Özellikle işin finansal boyutu değerlendirildiğinde, dönüşümden kaçınan firmaların olması normal. Ancak dönüşüm orta ve uzun vadede, firmaların dayanıklılıklarını artıracak, hem iç hem dış pazarda rekabet üstünlüğü elde etmelerine olanak tanıyacak” dedi.
Geniş müzakereler doğrultusunda önceliklerini belirlediklerini ve 5 seneye yaklaşan bu projelerde küçük revizelerle ama ana yoldan sapmadan yaptıkları çalışmalarda büyük yol aldıklarını da sözlerine ekledi.
Soyer: “Geleceğin Türkiye’sini inşa etmek için elimizi taşın altına koyuyoruz”
Daha sonra kürsüye gelen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer de göreve geldiği günden bu yana, kent yönetiminde sürdürülebilir bir kent politikasını temel aldıklarını ifade etti.
“Bizim için sürdürülebilirlik demek ahde ve geleceğe vefa demek” ifadelerini kullanan Soyer, “Biz geçmişten aldığımız 8 bin 500 yıllık mirası pırıl pırıl gençlerimize aktarabilmek ve İzmir’de değişimle uyumlu bir yaşam tesis etmek için çalışıyoruz. Ve bu döngünün uyum içerisinde devam edebilmesi için hep birlikte ne gerekiyorsa yapmak zorundayız. Biz İzmir’de, gezegenimizin bugün geldiği noktada bu ihtiyacı gördük. Eylül 2021’de İzmir’de düzenlediğimiz Kültür Zirvesinde sürdürülebilirlikten çok daha kapsayıcı bir kavram ortaya koyduk: ‘Döngüsel kültür.’ Şehrimizi doğasıyla uyumlu, birbirimizle uyumdan beslenen, geçmişimizle uyumun temelleri üzerinde yükselen ve değişimle uyum içinde yaşamaya odaklanmış bir döngüsel kültür coğrafyası haline getirmek için harekete geçtik. Gururla söyleyebilirim ki, bunun için Türkiye’de ilk defa Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarını yüzde yüz kapsayan bir stratejik plan geliştirdik. Bu stratejimizle giderek derinleşen yoksulluğa, karamsarlığa rağmen; şehrimizdeki refahı artırmak ve adil bir şekilde bölüşmek için bir yol haritası ortaya koyduk” dedi.
25 ilçe belediyesi ile kurdukları sürdürülebilirlik ofisleri ile iş dünyası, bölgesel ve ulusal kurumların iş birliğini sağladıklarını kaydeden Soyer, “UNDP, UNSDSN, UCLG-MEWA, ICLEI ve Citta Slow International gibi uluslararası kuruluşların desteğiyle, İzmir’i bütüncül bir bakışla ve ilçe belediyeleri ile birlikte sürdürülebilir kalkınma ilkesiyle yönetiyoruz. İzmir’de kentsel dönüşümü ‘yerinde dönüşüm’ ve ‘mekansal adalet’ ilkeleriyle tanımladık. Kentsel yenileme için ortaya koyduğumuz model, Halk Konut olarak adlandırdığımız kooperatif örgütlenmesiyle emsalsiz bir imeceye dönüştü. Bu uğurda hiçbir engelin önümüze çıkmasına izin vermedik, vermeyeceğiz. Bu çabaların sonucu olarak şehrimiz dünyanın ilk Citta Slow Metropolü ilan edildi. İzmir’in şehirleşme biçimi ve hedeflerinde köklü bir revizyon anlamına gelen Citta Slow Metropol, geleceğin şehirlerinin de tarifi. Geçtiğimiz hafta ev sahipliğini yaptığımız Avrupa-Akdeniz Bölgesel ve Yerel Meclisi (ARLEM) toplantısında bu konuyu ayrıntılı bir şekilde gündeme getirdik. Kentsel alanlarda yaşayanların oranı 2007’de yüzde 50’ydi. Bu rakamın 2050 yılında yüzde 68’e çıkması bekleniyor. Ancak milyarlarca insanın şehirlerde yoğunlaşması iklim krizi, salgın, göç ve açlık gibi küresel krizleri beraberinde getiriyor. Bu sorunu çözmenin tek yolu şehirlerimizi doğal ekosistemlerin bir parçası haline getirmek. Can alıcı soru şu: Döngüsel bir kent yaşamı nasıl mümkün olacak? Bunun kolay bir soru olmadığını biliyorum. Yine de, kentlerdeki varlığımızı sürdürmek hususunda samimi isek bu zor soruyu cevaplamak zorundayız” diye konuştu.
İzmir’deki ARLEM toplantısında Akdeniz’den başlamak üzere bir Döngüsel Kültür Kentleri İttifakı kurmak için çağrıda bulunduklarını hatırlatan Soyer, “Bu çağrımız, ARLEM ve ICLEI aracılığıyla şu günlerde Mısır’da devam COP 27 İklim Zirvesine de taşındı. Dünyanın ilk Citta Slow Metropolü olan İzmir, Akdeniz’in diğer önde gelen kentleriyle birlikte bu konudaki mücadelesini artırarak sürdürecek. Bu zirveyle, gençlerimizin bu ülkeden umudunu kesmemesi ve umutlarına kol kanat germek için bir adım öne çıkıyoruz. Geleceğin Türkiye’sini inşa etmek için elimizi taşın altına koyuyoruz. Eminim ki yaptığımız ve yapacağımız işler, kentimiz, ülkemiz ve dünyamızın geleceğini belirleyecek kilometre taşları olacak. Bu yolda aklını ve vicdanını ortaya koyan herkese sonsuz teşekkür ediyorum” dedi.
EGİAD Think Tank Raporu
Açılış konuşmalarının ardından ilk panelde, Türkiye Raporu Direktörü Can Selçuki, İzmir Girişimcilik Endeksi Raporu Lansmanında EGİAD Think Tank Raporu tanıtımını gerçekleştirdi. EGİAD ile İstanbul Ekonomik Araştırma tarafından ortak yürütülen ve bir ilk olan bu araştırma, bölgemizin girişimcilik konusundaki fotoğrafını sunan Selçuki, bundan sonraki stratejik planlamada kentin bütün bileşenleriyle neler yapılması gerektiğine ışık tuttu. İzmir’deki girişimcilik eko sistemine projektör tutan EGİAD Think Tank Raporu ile uzun yıllardır üzerinde önemle durulan girişimcilik eko sistemine yeni bir bakış açısı da sunuldu. Küresel çapta kabul görmüş araştırma metodolojisi ile mevcut durumu, sorunları ve çözüm önerilerini analiz etmek üzere aylardır süren çalışma zirvede kamuoyu ile paylaşıldı. Gerçekleştirilen araştırmanın İzmir’in girişimcilik ekosistemini 360 derece açı ve tüm paydaş kuruluşları kapsayacak şekilde hazırlanması dikkat çekti. Özellikle de gerçekleştirilen girişimci analizlerinde kadın erkek katılımının eşit derecede olduğu, şehrimizde girişimciliğin cinsiyet eşitliği gözeten bir yapıya sahip olduğunu gösterdi. Bahsi geçen analiz doğrultusunda bin kişi ile mevcutta bulunan girişimlerin beklentileri, demografik yapısı, eğitim, finansal kaynaklara erişimi, devlet politikaları, vergi ve regülasyon yaklaşımları, teknoloji ve inovasyon seviyeleri, pandemi ve beklenmedik durumlara karşı hazırlık, ekosistemi geliştirmek için ihtiyaç tespiti gerçekleştirildi.
Raporun sunumunu gerçekleştiren Türkiye Raporu Direktörü Can Selçuki, “Özellikle yerleşik işletme sahiplerinin önemli çoğunluğu 35-64 yaş aralığında bulunurken erken aşama girişimcilerde bu oran yüzde 58 seviyesinde görülmektedir. Eğitim özelinde bir inceleme yapıldığında ise yerleşik işletme sahipleri içinde en yüksek yüzdeye sahip grup yüksekokul ve üzeri eğitim seviyesine sahiptir. En düşük yüzdeye sahip eğitim grubu ise ilkokul mezunlarından oluşmaktadır. Her 10 katılımcıdan 8’i yeni bir iş kurmanın bir yıl öncesine kıyasla daha zor olduğunu düşünüyor. İzmir’de iş kurmanın kolay olduğunu düşünenler örneklemin yüzde 26’sını oluşturuyor. Bir girişim faaliyetinde bulunma deneyimi olan katılımcılara finansmanı nereden sağladıkları sorulduğunda yüzde 47’lik bir oranla en sık verilen yanıtın öz kaynaklar olduğu gözlenmektedir. Yüzde 29 oranında katılımcı, finansmanını aile ve tanıdıklarından sağladığını söylerken yüzde 22 bankaya borçlandığını bildirmektedir. ‘Önümüzdeki 3 ay içerisinde İzmir’de iş kurmak için iyi fırsatlar olacak’ ifadesine katılım durumlarına bakıldığında çoğunluğun olumsuz görüş bildirdiği saptanmaktadır. İzmir’de iş kurmak için iyi fırsatlar olacağı yönünde görüş bildiren katılımcıların yüzde 35’i bunu yatırım bulma kolaylığına dayandırırken yüzde 28 ile ikinci sırada konumlanan yanıt ihracat potansiyeli olmaktadır. Birden fazla seçeneğin işaretlenebildiği bu soruda teşvik programları yanıtı yüzde 19, kültürel çeşitlilik ise yüzde 17 oranında katılımcı tarafından ifade edilmektedir. İş sahiplerinin önemli bir çoğunluğu işlerinin geleceği ile ilgili karar alırken toplumsal ve çevresel sonuçları dikkate alıyor. Gelecek 5 yıl içinde 6 veya daha fazla çalışan istihdam etmeyi planlayanların oranı iş sahiplerinin oranı ise yüzde 55. Katılımcıların çoğunluğu geçen yıla kıyasla işletmelerinin büyüme beklentisini düşük görmektedir. Büyüme beklentisini düşük olarak görenlerin oranı Yerleşik işletme sahipleri arasında görece daha yüksektir. ‘Önümüzdeki 6 ayda hizmet veya ürünlerimi satmak için dijital teknolojileri daha fazla kullanacağım’ ifadesine katılım oranları incelendiğinde yüzde 48’in olumlu beyanda bulunduğu gözlenmektedir. Kullanılacak teknolojiler sorulduğunda katılımcıların yüzde 70 oranındaki önemli çoğunluğu bu soruya internet sitesi cevabını verirken yüzde 41’lik bir oranla ikinci sırada mobil uygulama yer almıştır” dedi.