Bilim insanlarının insan kanında mikroplastik tespit etmesi mikroplastik kirlenmesinin boyutlarını ortaya koydu. Mikroplastikler, büyük plastiklerin bozulmasıyla oluşuyor ve 0,0001-5 mm boyutlarındaki plastik parçacıkları tüm dünyaya yayılıyor. Yapılan araştırmalar, tatlı su kaynaklarından tarımsal topraklara, okyanuslardan kutuplara, ormanlardan bahçemizdeki toprağa kadar dünyanın neredeyse tüm bölgelerinde çeşitli boyutlarda mikroplastik kirlenmesinin olduğunu gösteriyor. Uzmanlara göre aynı şekilde üretmeye ve tüketmeye devam edersek, çevreye ve sağlığa zararlı olan mikroplastiklere gelecekte çok daha fazla maruz kalabiliriz.
Geoteknik Anabilim Dalı öğretim üyeleri Prof. Dr. Mehmet Murat Monkul ve Doç. Dr. Hakkı Oral Özhan, bu önemli soruna dikkat çekmek amacıyla Polymers adlı uluslararası dergide geoteknik mühendisliği ve topraklardaki mikroplastik kirlenmesine ilişkin bir makale yayınladı. Geçen 5 yıl boyunca mikroplastik-zemin/toprak ile ilgili yapılan bilimsel çalışmaları da irdeleyen Prof. Dr. Monkul ve Doç. Dr. Özhan, dünya genelindeki bilimsel yayınların tarandığı veri tabanı olan Web of Science çekirdek koleksiyonunda, mikroplastik-zemin/toprak ilişkisi ve kirliliğine dair araştırma yapan mühendislik alanlarının çok kısıtlı olduğunu belirledi.
Multidisipliner Yaklaşımla Ele Alınmalı
Mikroplastiklerin deniz, kara ve hava canlılarının besin zincirlerine davetsiz misafir olarak girdiğini belirten Prof. Dr. Monkul, “Yalnızca çevreyi kirletmiyoruz, aynı zamanda canlıların besin zincirine de uzun vadeli, biyolojik etkilerini bilmediğimiz sentetik bir maddeyi, giderek artan miktarlarda dâhil etmeye devam ediyoruz” dedi. Mikroplastik kirlenmesiyle mücadelenin multidisipliner bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini vurgulayan Yeditepe Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü, Geoteknik Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Murat Monkul, geoteknik mühendislerine de burada önemli görevler düştüğünü kaydetti.
Kirlenmenin Sebebi Üretim ve Tüketim Alışkanlıkları
Kamuoyunun duyarsızlığına dikkat çeken Prof. Dr. Monkul, “Aslında kirlenmenin en önemli sebebi biziz. Yani insanların tüketim alışkanlıkları… Tüm dünyada yıllık yaklaşık 400 milyon ton plastik üretiliyor. Bazı projeksiyonlarda bunun 2050 yılında, iki katına çıkacağı belirtiliyor. Bilim dünyasının bir kısmı haricindeki kamuoyu maalesef durumun ciddiyetinin yeterince farkında değil. Esas tehlikeli nokta budur. Peki, karbon ayak izimizi azaltmaya çalıştığımız kadar plastik ayak izimizi azaltmaya çalışıyor muyuz?” diye sordu.
3 Milyar Mikroplastik Parçacık Çevreye Bırakıldı
Yeditepe Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü, Geoteknik Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Hakkı Özhan da, 2018 yılında yapılan araştırmaya göre, Avrupa Birliği ülkelerinde yıllık yaklaşık 52 milyon ton evsel atığın atık depolama sahalarında biriktirildiğine işaret etti. Özhan, “Bunun sonucunda da yaklaşık 3 milyar mikroplastik parçacığının çevreye bırakıldığını görüyoruz. Sadece Avrupa ülkelerindeki veriler bile olayın boyutlarını göstermek açısından önemli bir rakam. Dünya genelinde durumun çok daha vahim olduğunu tahmin edebiliyoruz. Bazı istatiksel verilere göre 2021 yılında Türkiye’de çıkan yıllık plastik atık miktarı yaklaşık 5 milyon 600 bin tondur. Bu miktar ile dünya genelinde en fazla plastik atık üreten dokuzuncu ülkeyiz. Türkiye için yüksek sayılabilecek yıllık plastik atık miktarı, çevre kirliliği ve canlı sağlığı bakımından oldukça düşündürücüdür” diye konuştu.
Mikroplastikler Toprağa Sızıyor
ABD, Kanada, Çin, İspanya, Meksika, Almanya gibi ülkelerde yapılan çalışmaların da, atık depolama sahalarının yanı sıra, sahil toprağı, tarımsal alanlar, orman alanları, endüstriyel faaliyetlerin yoğun olduğu, maden atıklarının biriktirildiği alanlardan mikroplastiklerin toprağa sızdığıyla ilgili birçok çalışmanın bulunduğunu kaydeden Doç. Dr. Hakkı Özhan şunları kaydetti:
“Araştırmalar denizler ve suların yanı sıra toprakta da mikroplastik varlığının ne kadar tehlikeli olduğunu bize göstermekte. Türkiye’de yapılan çalışmalarda da, mikroplastiklerin canlı sağlığı üzerindeki olumsuz etkisinin olduğu gözlemlenmiş” ifadelerini kullandı.
Dikkatimizi Plastik Atıkların Depolandığı Alanlara Vermeliyiz
Topraktaki mikroplastik kirlenmesinin önüne geçmek için ilk önlemin plastik tüketiminin azaltılması, tek kullanımlık plastiklerden vazgeçilmesi olduğunu kaydeden Prof. Dr. Monkul, şunları kaydetti:
“Geoteknik anabilim dalı da zeminlerin (toprakların) mühendislik özellikleriyle ilgileniyor. Topraktaki mikroplastiklerin yayılımının zeminlerin çeşitli geoteknik parametreleriyle de ilgili olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca mikroplastik kirlenmesiyle mücadele edebilmek için dikkatimizi özellikle plastik atıkların depolandığı alanlara vermemiz gerekiyor. Çünkü buralar aynı zamanda büyük plastiklerin çeşitli fiziksel ve kimyasal etkilerle bozunarak mikroplastiğe dönüştüğü önemli bir kirlenme kaynağı. Dolayısıyla çöp depolama alanları aslında bizim için gözlerin çevrilmesi gereken yerler. Gayri resmi - yasadışı döküm ve depolama yapılan alanlar, herhangi bir geoteknik mühendisliği hizmeti almadığı için zeminlerdeki (topraktaki) mikroplastik kirliliği açısından çok daha tehlikeli.”
Çevre İklim Dengesi Gözetilmeli
Atık ithalatının altını çizen Doç. Dr. Özhan ise son yıllarda ülkelerin bu konuda önlemler almaya başladığına işaret ederek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bahsettiğimiz mikroplastik oluşumunu tetikleyen plastik atıkların doğru şekilde depolanması ve depolandığı yerlerde de, toprağa karışmasının önüne geçilmesi için uygun geoteknik uygulamalarla bu sahaların sızdırmazlıklarının sağlanması gerekiyor. Topraklarda mikroplastik kirliliğin önüne geçilmesi için farklı yenilikçi malzemelerin kullanımını öneriyoruz. Böylelikle zeminlerin geoteknik performansını artırmak mümkün olabilecektir. Biz organik bazlı, çevre dostu, karbon salınımının önüne geçebilen, çevre-iklim dengesini sağlayacak olan maddelerin kullanımını teşvik etmeliyiz. Geoteknik mühendislerinin de bu konuda yapacağı çok şey var aslında. Mikron boyutundaki plastik parçacıklarının alttaki bariyer malzemesini aşıp yer altındaki toprağa ve yer altı suyuna karışması mümkün. Bu da ancak tasarımı iyi yapılmış bariyer sistemleri ile önlenebilir. Türkiye’deki uygulamaların da bunu gözeterek yapılması gerekiyor.”